blackeyes.files.wordpress.com/…Bir kaç zamandır evimize oldukça mütevazı bir felsefe ve edebiyat dergisi giriyor. “K” Dergisi. Önceleri birazda felsefe ağırlıklı olduğunu farzederek uzak durdum nedense. Ancak büyükçe puntolarla edebiyat ve edebiyatçı başlıklarını görmeye başlayınca, dergiye, içimden bir yönelim isteği geldi. Ve okumaya başladım. Araştırdığım kadar bu dergiye epeyce eleştiri olduğunu da öğrendim. Tabii ki edebiyat konusu ortada olduğunda en keskin kalemler hemen ortaya çıkar. Doğaldır.
Genelde çok fazla olmasa da kitap okuyan bir kişi olarak, derginin her sayısında adeta büyülenerek ve bir solukta okuduğum yazılar karşısında ezildim. Bu durumdan rahatsız değilim. Bu ülkede yüzeysel bilgiçlik maalesef çok yagın bir virüs gib hepimizi etkiliyor. Derinlemesine düşünmek ve tartışmak yerine, yüzeysel bilgilerle cahilce ahkam kesmek “biz tembellere” daha uygun geliyor.Çünkü 12 Eylül 1980 darbesi ile önce “Felsefe” dersleri müfredatlardan çıkarılmıştı. İşte sonuçlarını görüyoruz. Yaşanan toplumsal travmalar nasıl açıklanabilir başka.
Dergide adını ilk kez duyduğum şair Nilgün Marmara’nın hayatını öğrendiğimde sanatçı nasıl olunur, nasıl sanat için “ölünür”–ü öğrendim. “Kendi çocuğumu incitirim diye anne olmuyorum” diyen ruhu kelimlerle anlatılmayacak incelikte o kadını.”Ey iki adımlık yerküre/Senin senin bütün arka bahçelerini gördüm ben” dediği dünyadan, çok genç yaşta “benden sonra kuşlara iyi bakın” diye son bir dize yazıp intihar ederek ayrıldığını nereden bilirdim.
“En yakın yabancı sendin,
Daha sürülmemişken ışığın biberi yaramıza
Yaslanırken boşlukta duran merdiveni henüz.
Güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız,
İlk yaz derken —kışı gözen kaçıran
yüzlerce eller saygı duruşumuz
en güçsüz kollarla—
Çözüldü aşkın zarif ilmeği
bulandı aynalar duruluğu.
Çok gizli bir doğru gecenin toyluğunda
bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık olduğunu…
Yabancıların en yakınıydın sen!”
Şiirini nereden bilirdim.
Yaşayan en büyük Fransız edebiyatçısı olduğunu öğrendiğim Michel Tournier’in mitolojiyi çok farklı bir biçimde yeniden yazışını nereden bilirdim. Jeanne D’Arc’ı yeniden yazdığında tüm Fransızların şaşkına döndüğünü, Robinson Crusoe’yi Cuma yada Pasifik Arafı kitabında yeniden yarattığında “Robinso’nun bu ıssız adayı tümüyle kendisine ait bir kadına benzettiğini ve Cuma’dan kıskandığını onunla paylaşmak istemediğini” ne güzel anlatmış olduğunu nereden bilirdim.
Yada “Veda Yemeğinde” ayrılmaya karar veren bir balıkçı ile Hegel’i ezbere bilen bir entellektüel çiftin ayrılmaya karar verdiklerinde balıkçının diliyle “günlük yaşamın balçığına gömülmüş iki sazanı andırıyorduk, şimdi ise sel sularında yanyana titreşen iki alabalık olacağız” dediğinde aşkı tarif ettiğini nereden bilirdim.
Bu küçüçük derginin bir sayısının bile ufkumu açan yüzlerce sözle bezendiğini nasıl görmezden gelebilirim. Edebiyatçıları, felsefeyi en özgün dille ama yalın olarak anlatan bu derginin emekçilerine binlerce teşekkür.
Aslında derginin başlığındaki Goethe’nin sözü herşeyi ne güzel anlatıyor.
“İnsan kendini yalnızca insanda tanır.”
Edebiyat ve felsefe insanları “bu tanımada” gökyüzünün milyarlarca yıldızları arasında parlaklıkları en farkedilenleri olmalı.
Daha çok kitap okumam gerekiyor..
Şu kısa ömrümde daha fazla edebiyat ve felsefe okumalıyım, o evrenin derinliklerinde parlayarak kendini tüketen ışıklar için.